Beş yıl kadar önce metabolic balance adında bir sağlıklı beslenme tekniği ile tanışmıştım. Öncesinde yaşam tarzınızla ilgili bilgileri alıyorlar, ardından birkaç gün süren detoks yapıyorsunuz. Sonra kan tahliliniz yapılıyor ve yaşınız, cinsiyetiniz gibi bilgilerle birlikte metabolizmanızın sindiremediği yiyecekler listesi önünüze geliyor. Ben bu programa pazarlık yaparak başladım: “Yoğurt ve peyniri bırakamam. Bir de patlıcan, enginar ve domatesi… Ona göre!”
Tabii ki gelen listede en sevdiğim ve pazarlık yaptığım şeylerin hiçbiri yoktu. Sinir bozukluğuyla başladım. Program başarılı oldu elbette, ama ben yemezsem olmaz dediğim gıdalara zaman içinde yeniden başladım. Enginarsız ve patlıcansız bir hayatı düşünemezdim.
O kadar seviyorum ki, bazen kendimi bu en sevdiğim sebze meyvelerle özdeşleştiriyorum. “Olmak istesem ne olurdum?” diye düşünmeden edemiyorum. Ne seçersem seçeyim hepsi mevsimlik, yani bir ömrü, bir sezonu var.?Mesela fırsatım olsa, mevsimsiz bir sebze olmak isterdim. Düşündüm taşındım “Ne olsam?” diye ve sonunda kararımı verdim. Ben galiba soğan olmak sterdim. Düşünsenize, onsuz hemen hemen hiçbir yemek olmaz. Pişmişi de yeniyor, çiği de… Çeşitleri, tazesi kurusu, kırmızısı var. Ailesi geniş. Pırasa ve sarımsakgillerle de akraba… Arada bir de ağlatıyor; dramatik de yani. Sanırım bir tek kokusu beni düşündürüyor. O kadar da kusuru olsun. Ancak her bir özelliği çok baskın, değil mi. Soğanım ben, evet evet!
Peki siz hangi sebze olmak isterdiniz?
İşin esprisi bir yana, soğan insanlığın yerleşik tarıma başladığı ilk zamandan beri yetiştirilen bir ürün. Dünyanın her yerinde her kültürde yemek pişirmek için kullanılıyor. Halbuki diğer sebzeler öyle mi? Her iklimde değişiklik gösterebiliyor. Bir tek soğanın bu özelliği var.
İlkçağlardan bu yana hem ilaç hem de şifa verici özellikleri için de kullanılmış. Mesela en çok da bronşit için… Göğüs ağrıları ve doğum ağrılarını yatıştırmak için de kullanılıyormuş. Çocukken dedem ayağım burkulduğunda çiğ soğanı zeytinyağıyla bulamaç yapmış ayağıma sarmıştı. O gece o bandajla uyudum; kokusu hala burnumda. Arı sokunca da hemen soğan kesip sürerler ya, eskilerin var bir bildiği.
Soğan kesildiğinde ya da kabuğu ezildiğinde havayla temas kurar kurmaz koku yayıyor. Bu koku uçucu özelliği sebebiyle tıp biliminde de birçok deneye yol göstermiş. Özellikle bitkisel iyileştirme alanında soğan ailesi çok kullanılıyor. Eski Mısır ve Hint yazıtlarında iyi bir iyileştirici olduğu, çeşitli kür ve tedaviler hakkında belgeler olduğunu okumuştum.
Bu kadar soğan hakkında yazdıktan sonra size Naif’in menüsünde olan soğanlı ve lorlu tartımızın tarifini vermek isterim. Soğanlı tart da olur muymuş demeyin, deneyin. Ya da gelin önce Naif’te yiyin.
Soğanlı ve lor peynirli tart
Hamuru için;
1 çay bardağı un
Yarım çay bardağı mısır unu
1 çay kaşığı toz şeker
Yarım çay kaşığı tuz
1 çay bardağı su
3 yemek kaşığı yoğurt
7 yemek kaşığı eritilmiş tereyağ
Hamuru yoğurduktan sonra yassı bir tabağa koyup, üzerine bastırın. Yassı bir şekle getirin. Streç film ile kapatıp yarım saat kadar buzdolabında dinlendirin.
İç malzemesi için;
3 küçük boy soğan (ortadan ikiye kesilmiş)
5-6 adet arpacık soğan
1 tatlı kaşığı şeker
Zeytinyağı
1 yemek kaşığı nar ekşisi
150 gr taze lor (veya keçi peyniri de kullanabilirsiniz)
Soğanların kabuklarını soyduktan sonra zeytinyağında üzerlerine toz şeker ve nar ekşisini koyup hafif ateşte üzeri kapalı bir şekilde karamelize olmalarını sağlayın. Buzdolabından hamurunuzu çıkarıp 20 cm. kadar yağlı kağıt üzerinde hafif unlayarak açın. Karamelize soğanlarınızı açtığınız hamura yerleştirin. Aralarına taze lor peynirinizi gelişi güzel serpin. Sonra tartınızın kenarlarını kapatın. En son karamelize ettiğiniz soğanlardan kalan suyu da tartın ortasına dökün.
170 derece fırında 20 dk. kadar pişirin. Biz yanında bol limonlu soslu taze yeşilliklerle servis ediyoruz.
Ama ben bu tartı yoğurtla yemeyi de seviyorum.
Güzel bir hafta sonu olsun.